Mülteci politikasını neden tartışamıyoruz?
Pınar Öğünç
Mülteci-Der Başkanı Taner Kılıç, Reyhanlı patlamasından önce de uyarmıştı. Şeffaflık eksikliği, fay hatlarını tetikliyor.
14 Mayıs’ta Zaman’da Mülteci-Der Yönetim Kurulu Başkanı, avukat Taner Kılıç’ın ‘Suriyeli mülteciler’ başlıklı yazısı yayımlandı. Şu açıdan önemli; yazı Reyhanlı patlamasından önce yazılmış ama sonra yayımlanmıştı. Kılıç’ın Türkiye’nin mülteci politikasına yaptığı eleştiriler, işaret ettiği tehlikeler, bir matbaa süresi boyunca acı şekilde kendini gösterdi. Şu an bazı Suriyeli mültecilerin linç edilmiş olabileceği ihtimalini konuşuyoruz.
O yazıda Kılıç, ‘açık kapı’ politikasının ve Suriyelilere sunulan hizmetin kıymetini takdir ettikten sonra birkaç noktaya dokunuyor. Birincisi, 2011’den beri kampların sivil toplum çalışmalarına kapalı olması. Malum, ‘Türkiye’ye Toplu Sığınma Amacıyla Gelen Suriye Arap Cumhuriyeti Vatandaşlarının ve Suriye Arap Cumhuriyetinde İkamet Eden Vatansız Kişilerin Kabulüne ve Barındırılmasına İlişkin Yönerge’ bir devlet sırrı hâlâ…
Soğuk Savaş’tan kalma
Telefon görüşmemizden öğrendim ki, bu şikâyetini sık dile getirdiğinden olsa gerek, bir AFAD üst düzey yetkilisi “Aman ha, kimseye gösterme” diyerek Kılıç’ın yönergeyi okumasına izin vermiş yakında. O kadar tuhaf ki kendisi o belgeyi gören sayılı insandan biri. Niye? Kılıç, muhteviyatına girmese de “Satır satır okudum, bir insan hakları aktivisti olarak kesin karşı çıkacağım çok da şey yok” diyor. Bu, daha da anlaşılmaz kılıyor tavrı. Diyor ki: “Soğuk Savaş döneminden kalma alışkanlıkla işleri gizli götürelim anlayışı var. Birçok açıdan Türkiye tarihi nitelikte bir iş yapıyor, neden bunu ulusal ve uluslararası basına, araştırmacılara, sivil topluma açık yapmıyor? Nedense bunu beceremiyorlar. Güvenlik kaygısı deniyor. Bir sivil toplum kuruluşunun tek mültecinin kılına zarar vermişliği mi var? Ama Albay Hüseyin Harmuş, MİT’in bölge müdürü tarafından kamptan alınıp Esad yönetimine satıldı örneğin. Sonuçta irtibatı kesilen biz oluyoruz. Saçma sapan bir mantık.”
Uluslararası kabulü olan ‘mülteci’ statüsü yerine ‘misafir’in tercihi ayrı bir gizemi ve standartsızlığı barındırdığından, şeffaflık noksanlığı nüksediyor. Bunlara Türkiye’nin Özgür Suriye Ordusu’na mesafesi, taraflı Suriye politikası eklendiğinde, bu gizlilik politikasının bölgede yarattığı tedirginlik de soru işaretleri de artıyor. En kötüsü, mezhep fay hatlarının Suriye’den Türkiye’ye taşınmasına yol veriyor.
Türkiye’nin hem Suriye, hem mülteci politikasını tartışmaya katmadan, yöresel bir ırkçılık türü yaratarak Reyhanlı’yı, Hatay’ı özensiz bir dille yargılamak da soyut düzeyde lince meydan veriyor maalesef. Taner Kılıç, çalışma yürüttükleri Reyhanlı için “Bütün Türkiye’de Suriyelilerin en rahat ettikleri yer neresi deseler, anacağım bir yer. Çünkü gelenler arasında kan hısımlığı var, neredeyse akrabaları” diyor. İddia edilen linç olayının hakkıyla soruşturulması, bölgedeki manipülasyonlara da ışık tutacaktır. Tıpkı patlama anında MOBESE kameralarının işlevsizliğini ısrarla sorgulamak gibi, bunun da takibini yapmak gerekiyor.
Neticede savaştan kaçmış Suriyelilerin savaşa dönmeyi tercih edecekleri, dünyada örneği az görülmüş, vahim bir tablonun içindeyiz. Kılıç’ın şu önerisini ekleyeyim: “Yunanistan, 10 yıl önce sokakta göçmenlere saldırılan bir yer değildi ama öyle kötü politikalar uygulandı ki artık evlere baskın yapılabiliyor. Sadece yemek içmek değil mesele; yerel halka ve mültecilere bakan iki yanı var. Hukuki tedbirlerin dışında psikososyal içerikli tedbirler alınmalı. Sadece Ankara’dan ben yaptım oldu gibi değil, yerel idarelerin, yerel kanaat önderlerinin, STK’ların dahil olduğu bir yönetişim düşünülmeli” diyor.
Bazıları ne yazık ki mevzuun hassasiyetini aklında tutmadan yazıyor ve konuşuyor.
Radikal Gazetesi, 17.05.2013