Basın Açıklaması: 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü
Dünya, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri yaşanmayan bir mülteci krizi ile karşı karşıya. Ülkelerindeki ateş çemberinden kaçan milyonlarca insan bugün başka ülkelere sığınmak zorunda kaldı, kalıyor. Kendi ülkelerinden canlarını kurtarmak için kaçan mülteciler, gittikleri ülkelerde de hayatta kalma mücadelesi vermektedirler. Zaman savaştan, zulümden, insan hakları ihlallerinden kaçan mültecilerle dayanışma zamanıdır. Bütün devletlerin, bütün toplumların, tek tek bireylerin, göç ve ilticanın suç olmadığını, mülteciliğin bir zorunluluk olduğunu anlaması gerekmektedir. Bütün devletlerin mültecilere kapılarını açma, insan onuruna, insan haklarına saygılı politikalar uygulama yükümlülüğü vardır.
Bu insani krizde Türkiye en fazla mültecinin barındığı ülke olarak öne çıkmaktadır. Türkiye’de şu anda en az 2 Milyon geçici koruma altındaki Suriyeli mülteci ile 200 binden fazla uluslararası koruma altındaki Irak, Afganistan, İran, Eritre, Somali, Sudan gibi ülkelerden gelen sığınmacı ve mülteci yaşamaktadır. Ve Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada insanlar zulümden, savaştan kaçmaya devam etmektedir. Devlet, toplum, medya, birey olarak bu durum karşısında hiç birimizin duyarsız kalmaması, sorumluluğu başkalarına yüklememesi, maliyet hesabı yapmaması gerekmektedir.
Mültecilerin ülkeye kabulü konusunda, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında örnek olabilecek bir politika sergileyen Türkiye’nin mültecilerin yaşam koşulları konusunda atması gereken çok adım vardır. Türkiye’deki mevcut kabul koşulları, mültecilerin insan onuruna yakışır bir hayat kurabilmelerini mümkün kılmamaktadır. Her ne kadar sığınmacı ve mültecilerin sağlık ve eğitim hizmetlerine erişimi yasal olarak güvence altına alınmış ve bir yıldır önemi adımlar atılmış olsa da, alt yapı yetersizlikleri, dil sorunu ve bazen karşı karşıya kaldıkları ayrımcılık, bu haklara etkin erişimi engellemektedir. Bugün Suriyeli çocukların okullaşma oranı, %35’in altındadır. Yüzbinlerce çocuk çocukluğunu yaşamamakta, kayıp bir nesil olma riskiyle karşı karşıya kalmaktadır. İlköğretim sonrası eğitimine devam edebilen mülteci çocuk çok sınırlı sayıdadır.
Geçici Koruma kayıtlarında son bir senede kaydedilen ilerlemeye rağmen, halen çok sayıda Suriyeli mültecinin kayıt altında olmadığı düşünülmektedir. Uluslararası koruma başvurularında bir seneye varan gecikmeler, sığınmacıların bu süre zarfında sağlık ve eğitim başta olmak üzere hak ve hizmetlere erişimlerini engellemektedir. Kayıt esnasında özel ihtiyaç sahibi olan şiddet, işkence mağdurlarının, refakatsiz çocukların, yalnız kadınların, yalnız ebeveynlerin, engellilerin, hastaların, hamile kadınların, LGBTI mültecilerin belirlenmesine yönelik bir uygulama yapılmamaktadır. Özel ihtiyaç sahipleri koruma mekanizmalarına erişmekte büyük zorluklarla karşılaşmaktadırlar.
Türkiye’deki mültecilerin %12’sine, 10 ilde bulunan 25 kampta barınma imkanı sağlanmaktadır. Geri kalan bütün sığınmacı ve mülteciler, Türkiye’de kendi geçimlerini sağlamakla yükümlüdür. Dil engelli, yetersiz ekonomik kaynaklar ve ev sahiplerinin evlerini sığınmacılarına kiraya vermek istememeleri gibi nedenlerle, günlerce hatta, aylarca sokakta yaşamak zorunda kalan mülteciler vardır. Birçok mülteci, hijyenik koşullara sahip olmayan, rutubetli, bazen kapısı, penceresi olmayan evlere yüksek kiralar ödemek zorunda kalmaktadır. Kamplar dışında yaşayanlar için temel ihtiyaçların giderilmesine yönelik sistematik, anlamlı bir yardım mevcut değildir.
Temel ihtiyaçlarını kendileri karşılamak zorunda olan sığınmacı ve mültecilerin çalışma izni alması ise, pratikte neredeyse imkansızdır. Sığınmacı ve mülteciler çalışma izinleri, sosyal güvenceleri olmadan, uzun saatler ve düşük ücretler karşılığında, sömürü düzeninde çalışmak zorunda kalmaktadırlar. Çoğu eğitim ve becerilerini kullanamamakta, geçici, daha çok beden gücüne dayanan işlerde çalışmaktadır. Verilen ücretlerin çok düşük olması nedeniyle çoğu mülteci açlık sınırının altında hayatta kalma mücadelesi vermektedir. Çalışanların parasını alamaması çok yaygın bir uygulama olarak dikkat çekmektedir. Küçük yaşlardan itibaren çocuklar okulu bırakıp ailenin geçimini üstlenmek durumunda kalmaktadırlar.
Birlikte bir arada yaşama ve toplumsal uyum yönünde gerekli ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmadığı, ırkçılığa varan söylem ve fiillerin cezasız kaldığı, seçim zamanı tanık olduğumuz gibi siyasi çıkarlar uğruna nefret söyleminin körüklendiği bir ortamda, medyanın da katkısı ile mülteciler istenmeyen kişiler ilan edilmektedir; savaştan, insan hakları ihlallerinden kaçan insanların ülkelerine geri dönmeleri talep edilmektedir.
Bugün İzmir Geri Gönderme Merkezi önünde bu basın açıklamasını yaparak, düzensiz hareket ettiği için yakalanan, özgürlüğünden mahrum kalan ve zulüm görebilecekleri ülkelere geri gönderilme riski ile karşı karşıya olan mültecilerle dayanışmamızı göstermek istiyoruz.
Amaçları güvenli, insan onuruna yakışır bir hayat kurmak, aile bireyleri ile birleşmek olan pek çok mülteci bugün Türkiye’nin ve dünyanın pek çok yerinde özgürlüğünden mahrum olarak kendileri hakkında verilecek kararı bekliyor, çoğu zulüm görecekleri ülkelere geri gönderilme riski ile karşı karşıya. Alıkonuldukları yerler bazen bir geri gönderme merkezi, bazen bir jandarma karakolunun bodrumu, bahçesi, bazen bir spor salonu olabilmektedir. Aşırı kalabalık, kötü koşullara sahip geri gönderme merkezlerinde, bazen haftalarca, aylarca temiz havaya çıkma imkanı olmadan, kendileri hakkında verilecek karara kadar idari gözetim altında tutulmak, bireyler, özellikle çocuklar üzerinde kalıcı fiziksel ve ruhsal sorunlar yaratmaktadır. İltica ve göçün bir suç olmadığı unutulmamalıdır. İdari gözetim, bir cezalandırma ve caydırma mekanizması olarak kullanılmamalıdır Sığınma talebinin değerlendirilmesi sürecinde sığınmacılara idari gözetime alternatif yöntemler sunulmalıdır. Düzensiz hareket halinde yakalanan, çoğu zaman bir belgesi olmayan ama uluslararası koruma ihtiyacında olan kişilerin korumaya erişimi adil, etkin ve hızlı bir değerlendirmeye tabi tutulmalıdır, bu değerlendirme acele, üstünkörü bir şekilde değil insan haklarına, uluslararası kriterlere uygun olarak yapılmalıdır ve uluslararası koruma ihtiyacı olanlar bu korumadan etkin bir şekilde yararlanabilmelidirler. Kimse zulüm göreceği ülkeye “gönüllü geri dönüşe” zorlanmamalıdır. İdari gözetim altında yaşanan hak ihlalleri, bazen ölümle sonuçlanan şiddet, etkin bir şekilde soruşturulmalı, sorumluların cezasız kalmaması sağlanmalıdır.
Büyük bir insani trajedinin yaşandığı, milyonlarca insanın evini, ülkesini, sevdiklerini terk etmek zorunda kaldığı, köksüzleştirildiği günümüzde, mültecileri kabul etmek, insan haklarına ve insan onuruna yakışır bir yaşam sunmak uluslararası toplumun sorumluluğudur. Bu insani krizde her devlet, mültecileri kaçakçılık şebekelerinin insafına bırakmadan, hayatlarını tehlikeye atacak yolculuklara çıkmalarını, sınırlardaki ölümleri engellemek için, güvenli ve yasal geçiş imkanı tanıyarak daha fazla mülteci kabul etmek zorundadır. Zaman, sınırlara duvarlar, tel örgüler örmek, gelenleri geri itmek, mültecileri görmemezlikten gelmek, dışlamak, kriminalize etmek, nefret söylemi, ırkçı saldırılar karşısında sessiz kalmak zamanı değildir. Zaman herkese büyük bir insani sorumluluk yüklemektedir. Bu sorumluluk, uluslararası toplumun, devletlerin, bireylerin insani yükümlülüğüdür. Tüm tarafları bu yükümlülüğünü yerine getirmeye davet ediyoruz.
Saygılarımızla.