Basın Açıklaması: Avrupa Birliği – Türkiye Mülteci Mutabakatı’nın Uygulanmaya Başlanmasından Ardından Bir Yıl Geçti
4 Nisan, 18 Mart 2016’da Avrupa Birliği ile Türkiye’nin üzerinde anlaştığı ve mülteci hakları açısından “kötü bir örnek” olarak tarihe geçen “mülteci mutabakatı” sonrasında ilk geri alımların başladığı gün. İlk teknelerin Dikili Limanına yanaşmasının birinci yıldönümünde Mültecilerle Dayanışma Derneği olarak, AB-Türkiye Mutabakatının iptal edilmesi ve Avrupa Birliği’nin bu tip uygulamaları yaygınlaştırma çabasına son vermesi çağrısında bulunuyoruz.
AB-Türkiye “mülteci mutabakatı” iddia edildiğinin aksine mülteci ve sığınmacıların lehine sonuç doğurmamış, uluslararası hukukta emredici bir hüküm olarak yer alan “Geri Gönderme Yasağı / Non-Refoulement” ilkesinin ve mültecilerin ülkeye kabulüne ilişkin uluslararası hukuk ve standartların ihlaline yol açmıştır. 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük zorunlu göç döneminde bütün sorumluluk, komşu ülkelere bırakılmış, mülteciler devletler arasında bir pazarlık konusu haline getirilmiştir. Zulüm, savaşlar göçü zorunlu kılmaya devam ederken, katı vize politikaları, duvarlar, tel örgüler ve diğer askeri yöntemlerle sınırlar mültecilere kapatılmıştır.
Bugün, Avrupa Kalesinin yükselen duvarları mültecilerin girişini engellemektedir. Balkan rotasında mutabakatın uygulanmaya başlamasından bu yana en az 140 kişi hayatını kaybetmiştir. Uluslararası yükümlülüklere aykırı olarak sığınmacı ve mültecilerin de iadesini mümkün kılan 18 Mart 2016 tarihli AB-Türkiye Mutabakatı’ndan bu yana Yunanistan’dan Türkiye’ye “Türkiye’nin güvenli ülke olduğu” varsayımıyla 1487 kişi geri gönderilmiştir. Geri kabul ile gönderilen kişiler arasında Yunanistan’da yaptığı sığınma başvurusu henüz sonuçlanmamış veya daha önce Türkiye’de hiç bulunmamış kişiler de bulunmaktadır. Ayrıca, Yunanistan ve Bulgaristan tarafından zor kullanılarak Türkiye’ye geri itilen kişilerin ifadeleri de Derneğimize ulaşmaktadır. Ülkeye girişin önlenmesi ve hukuk dışı bir şekilde geri itmeler (push-back) kara sınırlarında adeta rutin hale gelmiştir.
Avrupa bir yandan topraklarına ulaşan sığınmacıların topraklarına ulaşmasını engellemeye çalışırken bir yandan da caydırıcı olması amacıyla Avrupa’ya ulaşanların insani olmayan koşullarda bekleyişine göz yummaktadır. Binlerce kişi Yunanistan’da ve Batı Balkan ülkelerinde adeta ‘kapana kısılmış’ bir şekilde, insani olmayan standartlarda yaşamaya zorlanmaktadır. Ege’deki adalarda 15.000 civarındaki sığınmacı ve mültecinin adalardan ayrılmalarına izin verilmemektedir. Yunanistan’daki gayri insani yaşam koşullarına rağmen, Avrupa Birliği, Yunanistan’dan giriş yapmış ve üye ülkelerde bulunan sığınmacıların Yunanistan’a iadesini öngören Dublin düzenlemeleri kapsamında Yunanistan’a gönderimlerin başlayabileceğine yönelik görüş bildirmiştir. Macaristan’da sığınmacıların sığınma süreci boyunca özgürlüğünden alıkonmasına karar vermiştir. Ülkeler bireysel değerlendirmeye dayalı mülteci statüsü vermek yerine, geldikleri ülkelere göre genel bir değerlendirme ile uluslararası koruma ihtiyacı olan pek çok kişiyi ülkelerine geri göndererek, sığınma hakkının özüne aykırı davranmaktadır.
Türkiye ise, Suriye’den gelenlere yönelik “açık kapı” politikasını terk etmiş ve sınırda alınan önlemlerle mültecilerin Türkiye’ye girişi neredeyse imkansız hale getirilmiştir. Türkiye vize politikasını değiştirmiş ve Iraklılara ve üçüncü ülkelerden Türkiye’ye gelmek isteyen Suriyeli mültecilere yönelik katı bir vize politikası uygulamaya başlamıştır. Avrupa Birliği’nin de desteğiyle düzensiz şekilde hareket ederken yakalanan ve Yunanistan’dan geri kabul kapsamında gönderilenlerin alıkonduğu geri gönderme merkezlerinin kapasitesi iki katına yakın artmıştır.
Mülteci korumasından uzak politika ve uygulamalar, mültecilerin pazarlık unsuru haline getirilmesi hukuku ve vicdanları yaralamaktadır. Bu bağlamda, Avrupa Birliği ve Türkiye arasındaki siyasi tartışmalarda bir koz olarak kullanılan 18 Mart Mutabakatı ve Geri Kabul Anlaşması, son zamanlarda artan gerilimden bağımsız olarak ele alınmalı, insan hakları hukukuna aykırılığı ve insan hakları ihlallerine zemin sunduğu gerçeği esas alınarak bir an önce iptal edilmelidir. Avrupa Birliği, insan hakları değerleri ile bağdaşmayan bu ve bunun gibi uygulamaları diğer ülkelere yayma fikrinden vazgeçmelidir. Devletler ve uluslararası toplum, artan mülteci nüfusuna karşı sorumluluklarını sınırlara duvarlar örerek ve insan hakları hukukuna aykırı anlaşmalar yaparak değil, mültecilerin bulunduğu coğrafyalarda ekonomik, sosyal ve kültürel haklara erişimi arttırarak yerine getirmelidir.
Mültecilerle Dayanışma Derneği
04.04.2017